...кαηкαℓıƒє-ƒσяυм...
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Azılı Ekim

Aşağa gitmek

Azılı Ekim Empty Azılı Ekim

Mesaj tarafından BuLeNT_AkDeNiz.0038 12.02.08 21:17

Kategori: Edebi , Hit: 2387


Bu büyük acı tam yedi yıl önce başladı. Yedi yıl önce, puslu gecenin orta yerinde, kenarda köşede, ne kadar acı varsa aşka ve düşlerime dair, hepsini birleştirdim ve “Deniz” koydum adını! Sustum sonra. Ben sustukça “yok” oldu dünya gözlerimde, “Deniz” oldu, Azrail’e fazla mesai yaptırdı tüm bu suskunluklarım.



Bu büyük acı tam yedi yıl önce başladı. Yedi yıl önce, aniden yerleşik hayata geçti tüm göçebe hüzünler içimdeki geniş arazide, hüznün adı “sen” oldu, senin adın “ölüm”. Ölüme koştum sana koşarcasına. Ben sana koştukça, dudaklarında alevli patlamalara yol açtı yorgun yüzünden süzülen ortodoks matem. Sen, her zaman suskundun, hep susmaya zorluyordun içindeki cayır cayır yangını. İçimden bir ses avaz avaz haykırdı arkandan, duymadın! Duymadın! Duymadın! Ve kaçışların en büyüğüne tanık oldu İstanbul... Öldüm! Ölürken yalnızca senin adını sayıkladım!



Dudaklarımdan beklenmedik bir deprem olup sızan o ad, Deniz, yani senin adın; acının saf, sukatılmamış halidir! Acı; aşkın doğada saf halde bulunan şekli. Aşk; senin uğruna kalkışılan ani intiharlarda ölen şizofren şairlerin salâlarını okuyan müezzin müsvettesi! Şizofreni, senin, herkesten saklamaya çalıştığım, gerçek adın!



* * *



Platonik aşklar yorgunu çatlak göz bebeklerim senin çocuksu güzelliğinle ilk karşılaştığında, aylardan azılı bir Ekim’di… Hani yıllarca aynı mahallede oturur da insan, hiç ama hiç görmez ya komşularını, sonra bir gün, yalnızlığın en kuytu köşesindeyken, aniden karşılaşıverir ya apartman boşluğunda, işte aynen öyleydi seni ilk görüşüm. Ben de gözümün önünde duran seni aylar sonra gördüm.



Dün gibi hatırlıyorum: azılı bir Ekim’di; sen dumanlı bir kış sabahı gibi çöküverdin çocuk gözlerimin içine! Etrafta dört nala çello melodileri, ve dolu dizgin kontrbas senfonileri yankılanıyordu… Karlı bir kış manzarası gibi ağarmıştı uzun kumral saçların ve dudaklarından belli belirsiz sevgi sözcükleri dökülüyordu…



Dün gibi hatırlıyorum: azılı bir Ekim’di; sen yağmurlu bir sonbahar akşamı gibi çöktün çocuk hayallerimin üzerine, tüm kenti kuşatmıştı sararmış yapraklardan sızan ölüm kokusu… Senin gözlerinde çakmaya uğraşan zavallı bir şimşek ve dudaklarındaysa şarap kokan ürkütücü bir gök gürültüsü! Kapattım o zaman tüm ışıklarını şehrin ve zehirli bir yılanyastığına dayayıp başımı, dilimde yarım yamalak peri masalları ile çıkmaya başladım bakışlarından fışkıran camdan merdivene…



Azılı bir Ekim’di, senin utangaç yüzün benim şairâne bakışlarımla ilk karşılaştığında. Hani olmayacak dualara güzel süslenmiş vurgulu “Amin!” ‘ler okur ya hüzünlü delikanlılar, işte öyle olmayacak bir aşk hayal etmiştim işte ben de seninle.



Ben, bakışlarındaki buğuya vurulmuştum ilk önce; öyle hüzünlü bakardın ki, göreni bir mermi gibi delerdi bakışlarındaki nem! Sonra utangaç sözlerini sevdim, sonra uzun - kumral saçlarını, sonra da her şeyini!



Sen, ilk aşkımdın benim; ben ise senin başına gelen ilk büyük bela! Çocukluktan delikanlılığa doğru hızla ilerlerken tüm saatlerim, gördüğüm ilk anda çarpıldım sana.



Seninse yaşlı bir cerrah gibi titriyordu narin ellerin hayatımı kurtaracak o aşk denen tehlikeli ameliyata girerken! Ve ben, narkozsuz yararak göğsümü, çıkarıp senin titreyen avuçlarına koydum kristal kalbimi!



Korkuyordun, biliyordum bunu, biliyordum hayatın sana “ne gözle” baktığını! Elbette korkuyordun! Bir bedendin işte, herkes gibi bedeninin arkasına saklanmıştın sen de! İnsanlar hep ruhunun kılıfına şöyle bir göz gezdirip, öyle vermişlerdi sana “kanaat notlarını”. Belliydi, kimi ikmale bırakmıştı güzelliğini, kimi yıldızlı pekiyi vermişti. Ama hepsinin verdiği notlar birbirinden sahteydi. Biliyordum, içinde büyük bir ızdırapla beslediğin o “küçük kız çocuğu” benden önce hiç kimsenin dikkatini çekmemişti.



Ben senin karşına çıktığımda, sen daha ufacık bir kız çocuğuydun. Dünyanın en masum gülücüklerinden birine ev sahipliği yapardı daha âd(al)et bile görmemiş yüzün. Aşk, senin için yalnızca yakışıklı prenslere layıktı. Sen, kimseyi sevmedin; kendini bile. Ben, yüzüne gülünemeyecek kadar çirkindim senin için. Yüzüme baksan; kurbağadan tek farkım saçlarımın olması!



Ve yalnızca güzelliği sevdin sen; bu yüzden kendinden bile nefret ederdin. Her sabah uzun kumral saçlarını dümdüz taramak için baktığın aynada karşılaştığın kendi yüzüne bile kan tükürürdü senin bakışların. O kadar önemliydi ki dış görünüş senin için, yeni doğan kız çocuklarını diri diri gömen Cahiliyye Devri Araplarına yalnızca seni tanıdıktan sonra hak verdim!



Evet, senin tek değer verdiğin şey güzellikti; dışarıdan bakınca hemen etkileyen bir güzellikti senin tek istediğin. Oysa ilk bakışta görülen hiçbir şey derin olamazdı! Bir güzellik gerçekten güzellikse eğer; ilk bakışta görülememeliydi. Ben, bu yüzden sevmiştim seni; senin bile göremediğin o muhteşem güzelliği görmüştüm sende! Sen, hep bu yüzden acı çekmiştin; güzellik bakan gözdeydi ve sen bunu hiç bilemedin. Oysa bu ülkenin tüm okullarında zorunlu ders olarak okutuluyordu Aşık Veysel’in “Güzelliğin beş para etmez / Şu bendeki aşk olmasa” dizeleri!



Aşkın bir diğer adı da acı çekmek olarak yazılmıştı piyasadaki tüm marjinal sözlüklere ve bu yüzden hiçbir insan için acı çekmeye de değmezdi artık. Biliyordum bunu! İşte sırf bu yüzden yıllarca uğraşıp aşık olunmaya layık bir tanrıça yalanı yarattım. Ve bu yalanın adını Deniz koydum. Sen 9 ay durmadın annenin dölyatağında; ben seni 9 günde büyüttüm beynimin karanlık odalarında ve Zeus misali alnımı yarıp doğurdum seni. Bu savruk yalana, yalan olduğunu bile bile, ilk ve tek inanan bendim. Tüm psikiyatristler birleşmiş gibi aynı şeyi söylediler bana yıllarca:



“Deniz yok! Onu sen yarattın ve yok edecek olan da sensin! Yok Düşler Ülkesi, yok kanatlı atlar, unicornlar da yalnızca eski bir Yunan masalı ve artık içmelisin sana verdiğimiz ilaçları!”



Ben de çok iyi biliyordum senin hiç olmadığını, ama, senin varolduğuna inanmak zorundaydım. Yoksa bu katil dünya ile nasıl baş ederdim? Nasıl ayakta kalırdım? Nasıl hayâl kurardım? Nasıl?! Nasıl?! Nasıl?!



* * *



Sana bir isim verene kadar tek sıkıntım sana bir isim vermekti, isim verdikten sonra ki tek sıkıntım ise “o ismi unutmak”…



Seni tanıdığım o azılı Ekim sabahında kapattım birden tavana dikili gözlerimi, yavaşça çöken gece gibi kapandı gözkapaklarım ve dudaklarım yüzyıllardır konuşması yasak bir meleğin ilk kez konuşacağı gündeki gibi ürkek bir heyecanla kıpırdadı, bir fısıltı gibi çıktı içimden kopup gelen fırtına ve birden; “Deniz…” deyiverdim.



O an tarihteki en büyük ve en gürültülü yıldırım Üsküdar’ın üzerine düştü! Sanki Cebrail’in kanadı son hızla Dünya’ya çarptı! İstanbul bile bu büyük acıya dayanamayıp kapadı gözlerini. Bir kez daha yavaşça aralandı susuzluktan çatlamış dudaklarım, göz kapaklarım hızla titredi, dudaklarımdan binlerce yıldır yeryüzüne fışkırmayı bekleyen bir yanardağdan fışkıran lavlar gibi fışkırdı harfler; “De…”, “Deniz…”



Sessiz harfler, o an, cesetlerin dirileri kıskandıkları kadar kıskandılar, dudaklarımdan taze çeliğin üzerine dökülen soğuk sular gibi dökülüveren sesli harfleri. Ve o an Dünya’nın en büyük fay hattı aniden kırıldı Üsküdar’da.



Ve sustum, konuşsam, bir harf daha sızıverse çatlamış dudaklarımdan, sanki İsrafil sura üfleyecekti! Kıyamet kopacaktı sanki!



Hayatıma yön veren tek kelime Deniz’di artık! Diğer tüm kelimeleri unutmuştum sanki. Sanki alfabem bu kelimeyi oluşturan 5 harften ibaretti ve sanki tüm harfler sessizdi. Bu kelime ne zaman aklıma gelse, alev yutmuş gibi oluyordum, cayır cayır bir yangın çıkıyordu tüm hücrelerimde.



Seni tanı(mla)dığım o lanet olasıca Ekim sabahı, filtresiz bir sigara niyetine siyanür kokan bir mimoza sıkıştırıp kanayan dudaklarımın arasına, atladım gökkuşağı renginde kanatları olan bir pegasusun sırtına ve hicret ettim başka bir boyuta.



Öyle bir boyuttu ki bu; tüm takvimler sıfırdan başladı. Aylar Deniz’den başlayıp Deniz’de bitiyordu ve iki ayda dönüyordum senin etrafını. Boyut dediğin yalandı, boyut dediğine Deniz diyordu nüfus memurları; onlar ki, ne katillerin sicilini tuttular, onlar bile ayrı odalarda tutarlar senin kan kokan nüfus kayıtlarını.



Deniz, senin adın; bir kaçış, üstü açık bir tımarhane haline gelmiş Dünya’dan, başka bir boyuta geçmek için gereken tek sihirli kelime!



Hani yalnızca isimlerinin baş harfleri yazılır ya mağdur çocukların üçüncü sayfa haberlerine, her şiirime senin adının baş harfleriyle başladım ben : D.A., D.A…



Gün geçtikçe cırtlak ambülans sirenlerine dönüştü adının baş harfleri kulaklarımda: D.A.di, D.A.di…



Son hızla tımarhanelere sürdü ambülans şöförleri yorgun bedenimi; ve daha ben gitmeden çekmişti hemşireler şırıngaya Diazem’i! Diazem’in kısaltması değil miydi sanki adının baş harfleri: D.A, D.A!



Bu iki harf ne zaman gelse yan yana, Azrail bile saklardı yüzünü avuçlarının arkasına! Şeytanlar kahkahalarla zikrederlerdi durmadan bu iki harfi: D.A., D.A! Adının baş harfleri; cehennemin giriş şifresi!



Bambaşka bir kasırganın habercisiydi her aklıma gelişin, her aklıma gelişin yeni bir Azrail melodisi, ve ben, her melodiyi senfonileştiren deli bir müzisyendim!



Sen ki; tüm amansız depremler avuçlarında ürer, son kullanma tarihi çoktan geçmiş bir masaldır gözbebeklerindeki keder!



Sen ki; daha ilk kullanımda bağımlılık yapan acımasız bir h’eroine! Şırıngaya çektim bakışlarını ve şah damarıma bastım ilk Golden Shot’ımı!



Sen ki; halden bilmez kahpe bir yalancısın, damperli kamyonlarla salyangoz satarsın Müslüman mahallelerinde. Tek sıra dizilir de tüm kuduz köpekler, ağızlarındaki tüm salyaları senin avuçlarına akıtır. Sen, avuçlarındaki salyayı, sülfürik bir asit gibi getirip benim gözbebeklerime boşaltırsın! Tüm seri katiller senin adını zikrederek başlarlar tüm sabah kahvaltılarına. Bir öfke varsa ortada, bir cinayet işlenecekse eğer her sabah uyanır uyanmaz, maktul olmak en çok sana yaraşır!
BuLeNT_AkDeNiz.0038
BuLeNT_AkDeNiz.0038
кαηкαℓιƒєค๔๓เภ
кαηкαℓιƒєค๔๓เภ

Mesaj Sayısı : 1379
Yaş : 30
Nerden : kayseri
Kayıt tarihi : 11/02/08

http://www.kanka.forumotion.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz